25 Ekim 2010 Pazartesi

VATANSIZ LİBOŞLAR

Aynı ülkede yaşıyor, aynı havayı soluyoruz.
Aynı ülkede yaşıyor, aynı havayı soluyoruz. Mezarlarımız bile aynı yöne bakıyor. Fakat ayrı dünyaların, ayrı inanç ikliminin insanlarıyız gibi…
Kimlerden mi bahsediyorum; İslami vecibelerini tam yerine getiriyormuş gibi hareket eden, fakat ruhu bu topraklarda olmayan, yabancı memleketlerin izlerini taşıyanlardan bahsediyorum. Bir taraftan muhafazakarlık iddiaları taşırlarken, öte taraftan küreselleşmenin en hareketli savunuculuğunu yapmaktadırlar. Her şeye de düşmandırlar haa…Sevgiye, Kardeşliğe, Bütünleşmeye düşmandırlar. Hatta vatan mefhumuna göklerde dalgalanan şanlı bayrağa düşmandırlar…
Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz, müjdeleyiniz korkutmayınız, kolaylaştırınız zorlaştırmayınız diyen Peygamber efendimize (s.a.v ) inat, insanları Cehennem azabıyla korkutup, nefret tohumları ekmektedirler insanların arasına..
Onlar ki iman ölçüp insanları tasnif ederler.İmanlı, imansız, zındık, kafir, Müslüman..Tıpkı liboş takımı gibi “ Vatanım bütün yeryüzü, Milletim insanlıktır “ kaidesiyle yaşamaktadırlar.
Ne ekmeğini yedikleri vatanın bir kutsiyeti, nede gölgesinde Yaradanına kulluk yaptıkları şanlı al bayrağımızın önemi var.Ve işte onun içindir ki bunlar Vatansız Müslümanlar.
Çevrenize bir bakın bu vatansız, soysuzları mutlaka göreceksiniz. Türkiye Cumhuriyeti denilince, Türk Bayrağı denilince, Türklük denilince cin çarpmışa dönüyorlar. Bu vatansız, bu soysuz sahte dindarları iyi tanımalısınız, sahtekarların maskeleri elbet düşecektir. Özü sözü bir her hangi bir beklenti içerisinde olmadan dini vecibelerini yerine getirip vatan, bayrak, aşkı ile milletine hizmet edenler, sözüm meclisten dışarı…

23 Ekim 2010 Cumartesi

MASAL buya belki ders çıkarılabilir ?

MASAL buya belki ders çıkarılabilir ?
Zamanın bir vaktinde, memleketin birinde üç öküz varmış. Akça öküz, kara öküz, sarı öküz. Diğer öküzlere hem benzerlermiş, hem benzemezlermiş! Hangi taraflarının benzediği malum. Benzemeyen yanlarına gelince, birbirleriyle pek dost imişler. Hani, canciğer kuzu sarması dedikleri cinsten. Birbirlerinden hiç ayrılmaz, her yere birlikte giderlermiş. Beraberce otlar, yiyecek sıkıntısı çekseler bile bulduklarını kardeşçe paylaşır, asla dövüşmezlermiş. Bir tehlike ile karşılaştıkları zaman derhal birleşir, iri ve korkunç boynuzlarını kullanarak en azılı düşmanlarını korkutur, yanlarına yaklaştırmazlarmış. Doğrusunu isterseniz, dostluğun çok da faydasını görmüşler. En verimli çayırlara gidiyor, birlikte güzel güzel otluyor, semirdikçe semiriyorlarmış. Eğer bir gün öküzlükleri tutmasaymış, ömürlerinin sonuna kadar gül gibi geçinip gideceklermiş!..
O sıralarda, hayvanlar padişahı aslanın canı sıkıntılı imiş. Çünkü, ormanda hiç işi yokmuş. Yenecek hayvanların sanki de nesli tükenmiş. Aslan hazretleri sabahtan akşama kadar hep esniyor, midesi de kazındıkça kazınıyormuş. Bakmış ki, böyle olmayacak: “Bari, demiş, ormana çıkayım da çayırlara doğru şöyle bir uzanayım, belki de bir şeyler bulurum.” Dediği gibi de yapmış. Çayıra gelince üç ahbap öküzü görmüş, ağzından sular akmış, “Ah, diye söylenmiş. Şunları bir yesem de midem bayram etse!…” Önce adeti üzere kükremiş, sonra öküzlerin üstüne yürümüş. Üç ahbap, aslanın sesini duyunca, hemen yan yana durup safları iyice sıklaştırmışlar, bir de hafiften bir “boynuz” gösterisi yapmışlar! Aslanda akıl çok… Vaziyetin nezaketini anlamış, siyasetini hemen değiştirmiş. Fazla yaklaşmadan öküzlere seslenmiş: “Günaydın, arkadaşlar nasılsınız?” Padişah hatır sorunca, tabii akan sular durmuş, eğilip saygılarını sunmuş, cevap vermişler: “Sağ olun efendim, çok iyiyiz!” Aslan tekrar seslenmiş: “Değerli arkadaşlar, gelişimi galiba yanlış anladınız, sizi yemek istediğimi sandınız. Asla böyle bir niyetim yoktur. Karnım da zaten pek toktur. Günlerdir sizi gözlüyorum. Dostluğunuza, samimiyetinize hayran kaldım. Yiyecek her zaman bulunur, ama candan bir dost bulmak çok güçtür. Beni de aranıza almanızı, dost olmamızı teklif ediyorum. Sizi hiçbir zaman yemeyeceğime, üstelik bütün düşmanlarınıza karşı koruyacağıma söz veriyorum. Hayvanlar padişahı ile dost olmak istemez misiniz?…” Öküzler, aslanın dostluk teklifine öyle sevinmişler ki, neşelerinin fazlalığından böğürmeye başlamışlar. Bir aslanla üç öküz arasındaki duyulmamış dostluk böylece kurulmuş. Bir gün, üç gün geçer, aslanın iştahı kabardıkça kabarır, münasip fırsat kollar. Fırsat çıkmayınca, dayanamaz icad eder. Bir gün, akça öküz, çayırın yanındaki dereden su içmeye gitmiş. Aslan, kara öküzle sarı öküze ya nasip demiş ki: “Sevgili arkadaşlar, size büyük bir tehlikeyi haber vermek zorundayım. Akça öküz arkadaşımız yüzünden her gece kötü bir duruma düşüyoruz. Çünkü akça öküz, rengi çok uzaklardan seçildiği için, karanlıkta yerimizi belli ediyor, düşmanlarımızın silahına hedef oluyoruz. Çok düşündüm; yazık ki, başka bir çare bulamadım. Yaşamak istiyorsak, akça öküzden kurtulmamız şarttır. Onu aramızdan atmalıyız. Siz ne fikirdesiniz?” Kara öküzle sarı öküz boynuz boynuza verip konuşmuşlar. Akça öküz giderse, çayırın kendilerine kalacağını da söyleyememişler ama, hesaba katmışlar. Nihayet; “Ferman efendimizindir, tedbiriniz münasiptir.” Cevabını vermişler. Arslan teşekkür ettikten sonra, “Akça öküz aramızdan ayrılınca ya bir kaplanın veya insanoğlunun midesine inecek. Arkadaşımızın düşmanlarımızı beslemesinden herhalde hoşlanmazsınız. İyisi mi ben yiyeyim. Sizi çok seven bir dostunuzdan bu kadarcık bir armağanı esirgemeyeceğinizi umuyorum.” demiş. Kara öküzle sarı öküz, aslanın sözlerini akla yatkın bulmuşlar, akça öküzün yenmesine razı olmuşlar. Aradan beş gün geçmiş, aslan; sarı öküzle tek başına konuşmuş. Aynı hikâye, aynı düzen! Kara öküz de mideyi boylamış. Bir beş gün daha geçmiş: aslan, sarı öküzü almış karşısına. Bir kükremiş “Ey öküz oğlu öküz, demiş, sıranın kendine geleceğini hiç düşünmedin mi?”

Masal böylece bitiyor. Arslan, muradına ermiş, biz kerevetine çıkmışız: öküzler de aslanın midesine inmiş!
Bakıyorum: Yiyenlerin aslanlıkla en ufak bir ilgileri yok; yenenler de öküz değil. Yine de yenme işi devam ediyor. MASAL BU YA BİR GÜN SIRA SİZEDE GELEBİLİR…

21 Ekim 2010 Perşembe

AKILLAR AYAK UCUNDA

AKILLAR AYAK UCUNDA
Vatan için evlâdını kara toprağa veren analar,
Görünmez bıçakla içten vurgunsun
Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm
Geçti bir cenaze peşinde ömrün
Bilemem, vardığın neresi bugün?
Demekten başka ne geliyor elden… Maalesef bugünün Türkiye manzarası bu. Türkiye’de son zamanlar çok garip şeyler olmaya başladı Bu yaşananları düşündükten sonra ne diyeyim,
Vatan için toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi düşen aziz şehitlerimiz:
Özür dileriz, Özür dileriz, Özür dileriz…
İster uyarma deyin, ister uyandırma; arada bir söylediğimiz olmuştur. Bu ülkenin, bekası ile ilgili, çok önemli sorunları varken hayalet taşlamakla vakit geçirmekteyiz. Bilmeden, istemeden hedef saptırılıyor. Bıçak kemiğe dayanmış. Uluslar arası arenada öyle oyunlar sahneye konuluyor ki biz ancak üçüncü perdede konuyu kavrayabiliyoruz. Vatandaş olarak geç uyanıyoruz, geç kalıyoruz.
Yeter artık, gelsin gayrı “akıl” başa!

18 Ekim 2010 Pazartesi

BEN AĞLARIM, YA ŞEREFSİZLER !

BEN AĞLARIM,YA ŞEREFSİZLER !
Sevecen, uysal, dost, öfkeli, sahtekar, riyakar, menfaatperest, iki yüzlü, doğru sözlü, yiğit, ödlek, hain, kahraman... Ve hayatımızdaki yekûnu o kadar azdır kı, özü ile sözü birbirine denk düşenlerin. Taşırız yıllar yılı sırtımızda ‘düzelecekleri, doğruyu görecekleri’ umuduyla. ‘Bizden’ deriz. Benimseriz. Aklımızın ucundan bile geçmez sırtımızdan harçerleyecekleri... Üstümüze kabus yürürken, sırtlarını dönüp, sırra kadem basacakları. Hoş, bir yola çıkmışsanız; çok da umursamazsınız döneklikleri ihanetleri. Bilirsiniz ki, ‘kutlu yollar yufka yüreklilerle aşılmaz...’ Dönersiniz içinize...Bakarsınız işinize…
Kanatır yüreğinizi, kutsal bildiğiniz ne varsa hepsini haraç mezat pazara sürenlerin gayretkeş çabaları. Bir kabus içinde olduğunuzu telkin ederek direnirsiniz. Yıkılmamak için, sabaha doğru kayan gecenin bir ucundan yıldızları gözlersiniz. Bir yiğide yakışır bu gözyaşları... Ve kim uydurmuşsa o masalı bilirim artık yalandır: Erkekler ağlar... Ama şerefsizler neyler onu bilemem... Onların tepkisi nedir kutsallarına el uzatılınca! Gözleri yaşarır mı, kalplerini hüzün sarar mı, bir başlarına dünyaya karşı nefs-i müdafa zorunda kaldıkları olur mu?. İnsanlar sağa sola koştururken kaçının aklından ‘vatan’ mefhumu geçer, diye merak ederdim
Her şeyleri programlanan, sevgileri bile ölçülü hale getirilen, inançları belli oranlarda şırınga edilen, umutları dirhem dirhem dağıtılan bu insanlara bakınca her şeyin paraya, tene ve bencilliğe tahvil edildiği, bütün ölçünün bedensel hazlara indirgendiği bir dünya.! Pop star olmak için geceden kuyruğa giren on binlerce genci olan bir Anavatan’da Herkes topu birbirine atıp duruyor. Tek ölçü var. Nasıl bakarsak bakalım, MHP sini hemen hemen her dönemde hançerleyenler, Önce Ülkem, sonra Milletim diyememiş kendi menfaatlarını ön planda tutanlar olmuştur. Bunu hemen her dönem bir şekilde yaşadı bu kutlu dava. Ne hazindir ki, en son bizlerde yaşadık. Her dönemde ayrı bir hokkabaz musallat etmiş olmalılar ki, artık millet her şeyden elini eteğini çekmeyi yeğlemiş. Bıkmış ‘maymuna bak’ oyunundan. Ve gelinen noktada düşünenler varsa da susuyor... Yani hangi yanlış, mendebur adamın ekmeğine yağ sürerim endişesiyle köşesine çekilmiş...
“Kıbrıs gidiyor...” diyorsun, “Zemin hazırlayanların bir bildiği vardır” diye cevaplıyor... “Kerkük, Musul, Erbil...” diyecek oluyorsun, yutkunuyor... “Avrupa Birliği, küreselleşme, kültürel yok oluş...” Daha lafını tamamlamadan, “Bunları programların hayatlarına bak, çocuklarını okuttukları okullara, danışmanlık yaptıkları holdinglere bir göz at...” diye kestirip atıyor, haklı olarak.. Ve o anda artık ;
Kalemin, kağıdın hükmünü yitirdiği anlardır... Gözlerinize bir bulut çöker, yüreğinizde yakıcı bir sitem, boğazınıza hüzün düğümleniverir. İnsan, ömrünün çok az anında ki, içinde insanlıktan eser kalmışsa “Bu da mı olacaktı” der kendine. Sessizliğin içinde soylu bir öfke dizginlenmiştir. İki çiğ damlası gibi, iki gözyaşı damlası özetler kazanç ya da kaybınız. Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim demeye eş değerdir bu gözyaşları...

15 Ekim 2010 Cuma

HOROZ DÖVÜŞÜ

HEPİMİZ KARDEŞİZ
Gözümüz aydın... Canım ciğerim, dostlarım, hükümet lütfetti Toplum yine gerildi. Kimilerinin 'türban' kimilerinin de 'başörtüsü' dediği, adında bile uzlaşılamayan 'sorun' gündemin baş maddesi. Bir taraf bir ucundan, öbür taraf öbür ucundan çekiştiriyor. Yırtılıncaya kadar devam. Bu hamur çok su kaldırır. Yasak kalksa da, kalsa da daha yıllar boyu tartışılır. Zira, devir imaj devri. Vatandaş soyutlama, kavramlar üzerinden sonuca varma yerine, kendisine gösterilene inanıyor. Kim yutturursa, o haklı olduğunu sanıyor. Hâlbuki her iki taraf da bal gibi şike yapıyor. İkili oynuyorlar. Çünkü iyi prim yapan bir konu... Çözüme talip olanlar, bireysel çözümlerini zaten yıllar önce bulmuştu: Peruk, çözüp girme, yurtdışına tüyme vs. vs... Çözüme karşı olanlar ise dillerinin altındaki baklayı çıkarmamak için eğilip bükülüyor, sağa sola yalpalıyor... Bence bu işi Cemil İpekçi'ye havale edip, ondan öneri beklemek en sağlıklısı... Orta yolu bulsa bulsa o bulur. Niye mi? Eeeee her iki tarafı da en iyi tanıyan o... Hırsızdan hayırsever; arsızdan evdeş türetilmeye çalışılan bir ülkede, çığrından çıkmayan ne kaldı? Bütün değerlerin pazara sürüldüğü, her şeyin FED'in faiz oranlarına endekslendiği bir ülkede, kavgaların 'gaz alma'ya dönük olduğunu söylemeye gerek var mı? Horoz dövüşünün ustalarının sermayesi riya olduktan sonra etiketin yarısına değil de, yarısının yarısına verseniz yine kaybetmezsiniz

11 Ekim 2010 Pazartesi

BU AYAKKABI SIKICAK...

 Hayra alamet bir değişim değil bu
Ülkemiz değişiyor. Hayra alamet bir değişim değil bu…Hem de hiçbirimiz için. Dün önüne gelene kafir-küfür damgası yapıştıranlar bu gün küfürün kapısında el pençe divan durmaktadırlar. Hoşgörü masalı tutturmuşlar, bahçe kuruyorlar, masa düzüyorlar, Kilise açıyorlar. Gel yine gel, kuyumu kazsanda, Peygamber Efendimizi (s.a.v ) karikatürize etsen de, dirliğimi, düzenimi bozsan da gel…
Bu çağrı yankısız kalır mı! Misyoner geliyor, AB komiseri geliyor, müstemleke müfettişleri geliyor. Haburdan terörist geliyor, Gelenin gidenin haddi hesabı yok. 1980 lerde rotasını Tahrana çevirmiş olanların bugün tamamına yakını rotasını Brüksele çevirmiş durumda. Sakalı kazıtan, bıyığı traşlayan sıraya girdi. Unutmadan söyleyeyim, o dönemde “Ulul emre itaat “ vaazı edenler de bu gün aynı kervana katılmış durumdalar. Meğer palazlanmayı, aşırdıklarıyla gökdelen dikmeyi, ceplerine USA- AB pasaportu koymayı bekliyorlarmış. Burada asıl şaşırtıcı olan, birbirlerini din dışı olmakla suçlayacak kadar pervasız davrananların, bu gün aynı çatı altında bir araya gelmiş olmalarıdır. Referandum öncesi “ben safımı seçtim “ölüleri bile mezardan çıkarıp oy kullandırarak saflarımızı sıklaştıralım beyler … Birbirimize diş gıcırdatsakta, omuz atsakta, saflarımızı sık tutalım denebiliyor.
Aşure kıvamındaki bu takım öyle sanıldığı gibi can ciğer kuzu sarması değildirler. İkincisi de para ve makamın tadını aldı bunlar ki bu para işi beni öteden beri hep haklı çıkaran bir durumdur. Bu bir yerde sistemin rüşvetle ayakta kalma prensibidir. Küpü doldur, kenara çekil…Evet çekilirler. Dışarıyla bu denli içli dışlı olmaları tüyme kapısını açık bırakma endişesindendir. Tövbe mi . Onu alimlere sormak lazım..
Değişimin göbeğinde olanlara gelince, bunları yakından izleyin, ama dikkatli izleyin… Sanmayın ki bu zevatlar özgürlükler adına kürek çekiyorlar. Ceplerine üç-beşbin euro sıkıştırılarak Anadolu’da seminer verdirilen, gazete, ve televizyon kapıları ardına kadar açılan bu takıyyecilerin kişilik zafiyeti de had safhadadır. Dünya alem bilir ki birkaç yıl öncesine kadar aynı adamlar “Marksist “ olmakla övünürlerdi. Bunlar, sırtları sıvazlanmayı, haklarında iyi kelam etmeyi bekleyen cemaatlerin zaaflarını çok iyi kavramış hinoğlu hinlerdir. Yani her şey karşılıklı vesselam.
Ancak ülke sınırları içinde yaşayan vatandaşlarımızın inançları, dilleri, örf ve ananeleriyle bu kadar oynanırsa bu millet bir daha iflah olmaz. Bir çok vatandaşımıza göre bu, Türk Milleti üzerinde oynanan en çetin ve en dalaveralı oyunlardan ne ilki nede sonu olacaktır. Bütün kalbimle inanıyorum, Türk, böylesine adice oyunları, planları tarihinin hiçbir döneminde hak etmedi.
Yetimin, garibin hakkı demeden devlet malından nemalananları aynı safta namaza durmuş gördüğünüzde ki, bu mümkün değildir. Dışarıya verilen kol kola görüntüye aldanmayın, aralarındaki itikadi ayrılık öyle derindir ki, durum bir tersine dönsün birbirlerini boğazlamaktan geri kalmazlar…
Bu böyle dostlar, aynen böyle…